7 Ağustos 2011 Pazar

Ölümü Düşünmek

tuhaf bir duygu. ama yapılması gerekli. yani bir okul dönüşü otobüsle giderken düşünüyorum da, şimdi şu otobüs bi kaza yapsa, ben de buracıkta ölsem nasıl olurdu? diye... ilginç olurdu aslında... yani on dakika önce içinden iyi veya kötü şeyler düşündüğün insanları, anlaşamadığın babanı, seni şımartmaktan zevk alan anneni, okuldan nefret ettiğin bi çocuğu, statükocu müdür yardımcısını, sevip de açılamadığın aşkını, hepsini ama hepsini başka bir dünyada bırakıp uzaklaşıyorsun. ve meraktan ölüyorsun, cenazene kimler gelecek, kimler ölümüne üzülecek, kimler sallamayacak, sen aşkından ölürken seni ben seni arkadaş olarak görüyorum diyerek reddedip arkadaş olarak gördüğü başka biriyle çıkan o kız sen üzerinde toprağın ağırlığını gittikçe daha fazla hissederken birazcık da olsa pişmanlık duymuş mudur acaba? ya da arkadaş olarak görmediği arkadaşından bozma sevgilisinin yaptığı ama kendisinin anlamadığı bir espriye sırf o söyledi diye gülüyor mudur? arkadaş olarak gördüğü bir arkadaşı çürümeye başlarken... 
ama dünyada oluşturacağı etkinin dışında gerçekten merak ediyorum; ne olacak halim? 
toprak değil miydi o geldiğimiz yer? o değil miydi yine bize en çok huzur veren? toprağa bakınca ölümü hatırlayıp ağlayan sen değil miydin ki? 

tanrıya dönmek istiyorum. o'nda kaybolmak istiyorum. insanlığımı unutmak istiyorum. ama önce insan kalıbımı çürütüp, ondan kurtulmalıyım. götüm yemiyor çünkü insan sıfatıyla tanrının karşısına çıkmaya. nasıl çıkarım ki? insan değil miydi tanrı olmaya kalkışan, o değil miydi o'nu reddeden, o değil miydi zaman zaman tüm insanlara, zaman zaman devlet büyükleri gibi belirli insanlara tapmayı meşrulaştırmaya çalışan, yine insan değil miydi milyonlarca "başka" insanı aynı anda öldürmek için yıllarca kafa yorup silahlar geliştiren, en kimyasalından, en biyolojiğinden, en çok öldüreninden... 
insan değil miydi on yıl önce elmas için, altın için sömürüp kanını emdiği afrika ülkesine on yıl sonra "bakın yardım gönderiyorum, seviyorum insanları, iyi adamım ben" demek için yardım adı altında tonlarca boş pet şişe gönderen... hayır ölümü düşünmekten zevk alıyorum artık... 

yazıyı bitirirken arka planda cem karaca'dan "hayat ne garip" çalıyordu. 
yalan olur bir gün yalan, 
yaşadığın aşkın, sevdan... 
yaradandır baki kalan, 
hayat ne garip oof hayat çok garip...

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Sömürge Afrika Ülkesinde İnsan Olmak

zordur. gerçekten zordur. çocukluktan erişkinliğe varamadan ölmek zorunda olmak zor olsa gerek... üstelik de ölüm sebebinin yalnızca bu bölgede doğmuş olmak olması daha da acı bir durumdur. yani şöyle bişey; 

-seni öldürüyoruz çünkü burda doğdun.... seni öldürüyoruz çünkü doğduğun topraklarda bizim değer verdiğimiz birşey var. şimdi sen anlamadın tabii, "neden öldürülüyorum lan ben" diye bi şaşkınlık var üzerinde. ama geçecek o şaşkınlık yakında... yani biz avrupalıyız sonuçta istediğimiz her boku yemeye hakkımız var biliyosun. 

-evet abi, dedilerdi... 

-haah, işte! bak biliyosun da... ben avrupalıyım ya senin doğduğun yerde böyle elmaslar, altınlar falan var işte kömür var mesela... 

-evet abi?

-hah, onlar bana lazım o yüzden de işte alıyorum ben onları...

-e bizi niye öldürüyosunuz abi, paylaşırdık biz sizinle. 

-hayır bak anlamıyosun. sen kimsin ki bizi ağırlıyosun? artı yani senin evine misafir olup umduğumu değil bulduğumu yiyeceğime seni öldürüp istediğimi rahat rahat alabiliyorum. 

-e abi bi yolunu bulurduk yani, en olmadı canın sağolsun diyip verirdik sana tüm kaynaklarımızı. yani böyle biraz şey oldu sanki ne biliym... 

-ya tamam sus be yeter! gelmiş şuncacık aklıyla bi de bana jest yapacak gerizekalı!senin kaynaklarını sömürmek için senin iznine mi kaldım lan ben! sen önce aç karnını doyur! 

yani sanki böyle bir diyalog var gibi geliyo bana. yani mümkün olamayacak bişey de değil gibi geliyo... eğer bir diyalog olsaydı bu şekilde gelişirdi muhtemelen. ama eğer tavırlara ve eylemlere bakarak verilmeye çalışılan mesajları anlamaya çalışacaksak, yine değişen birşey olmaz. tavırlardan ve eylemlerden de bu sonuç çıkıyor. 

ama en çok çocuklara yazıktır o ülkedeki... yani ergenliğe geçemeden ölüyorlar.erkekler, ilk traşlarını olamadan, ilk defa yüzlerini kesip bununla gurur duymadan,hey maşşallah, orman orman mübarek cümlesini kurmadan veya duymadan, kızlar, ilk regllerini yaşamadan, bunun her genç kızın başına gelebilecek bir olay olduğunu duymadan, bir kez bile kambur yürümeden, heyoo, artık memelerim var benim! sevincini yaşamadan öylece ölüp gidiyorlar bir hiç uğruna... 

her iki cins de, arpa boyu kavramını duymadan, bir arpa boyunun ne kadar olacağı üzerine tartışmalar yaşamadan ölüp gidiyorlar... 

daha bir kez bile sevgiliyle öpüşürken kalbin nasıl çıldırdığını görüp şaşırma imkanına varamadan ölüp gidiyorlar... 

çocuklar ölüyor orada... askerler değil, politikacılar değil, siviller değil, çocuklar ölüyor.... ne kadar günahsız yavru varsa onlar ölüyor... ne kadar pırıl pırıl saf potansiyel varsa geleceğe dair, ne kadar umut varsa o umutlar ölüyor... ve yazık oluyor... 

gelecek öldürülüyor geleceğin bile tapusuz sahipleri tarafından... ölmen benim işime geliyor, o halde ölmelisin düşüncesiyle harcanıyor gelecek... 


Onlara öfkeleniyorum, çünkü çocukları öldürüyorlar. Onlara öfkelenemiyorum, çünkü bilmiyorlar. Bilselerdi, yapmazlardı...