27 Aralık 2015 Pazar

Turhan Sultan'ın mektubatı: "Saadetli arslan oğluma ‘Donanmayı bu hafta Perşembe günü çıkartırız’ demişsin"

Türkiye’de “kadınlar saltanatı” ve “demir leydi” dendiğinde akla iki isim gelir: Hürrem ve Kösem Sultanlar. Ama, Prof. Dr. Erhan Afyoncu’nun Topkapı Sarayı Arşivi’nde senelerce yaptığı çalışmalar asıl gerçek “demir leydi”nin Sultan İbrahim’in karısı ve Avcı Mehmed’in annesi Hatice Turhan Sultan olduğunu ortaya çıkardı. Turhan Sultan’ın Prof. Afyoncu tarafından yayınlanan ve elyazısı ile olan çok sayıda mektubu, devletin bu Valide Sultan’ın aldığı tedbirler sayesinde 17. asırda muhtemel bir çöküşten kurtulduğunu gösteriyor.
“Kadın saltanatı” dendiğinde aklımıza sadece iki isim gelir: Hürrem ve Kösem Sultanlar... Geçmişimizin bu çok önemli iki ismi ile TV dizileri sayesinde tanıştık ama Osmanlı Tarihi’nde Hürrem ve Kösem kadar önemli, hattâ onlardan çok daha etkili bir başka padişah eşi hakkında pek bilgi sahibi olamadık... Hatice Turhan Sultan’dan bahsediyorum...
UKRAYNALI VEYA LEH
1620’lerde doğduğu ve Ukraynalı yahut Polonyalı olduğu tahmin edilen Hatice Turhan Sultan, Hürrem ve Kösem gibi çok genç yaşta İstanbul Sarayı’na getirilmiş, haremde itina ile eğitilmiş, Sultan İbrahim’in karısı olmuş, daha sonra tahta geçecek olan Dördüncü Mehmed’i yani “Avcı Mehmed”i dünyaya getirmiş ve kocasının 8 Ağustos 1648’de tahttan indirilip yedi yaşındaki oğlu Mehmed’in tahta çıkması üzerine de “valide sultan” makamına yükselmişti.
Sarayın resmî olarak en güçlü kadını idi ama başında büyük bir dert vardı: Kayınvalidesi Mahpeyker Kösem Sultan...
Kayınvalide derdi 2 Eylül 1651’de halledildi ve Turhan Sultan, torunu Mehmed’i de ortadan kaldırma hazırlıklarına girişen Kösem Sultan’ı sarayda bir karşı darbe ile öldürttü ve o günden sonra otuz küsur sene boyunca imparatorluğun en güçlü kişisi oldu...
SARAYDA DÖRT ASIR SAKLANDI
Oğlunun yaşının küçüklüğü sebebi ile bir çeşit “padişah naipliği” yapan Turhan Sultan artık devletin her işi ile bizzat meşgul oluyor, önde gelen idarecilere yazılı emirler gönderiyor, onlara akıl veriyor ve gerektiğinde de hesap soruyordu.
Turhan Sultan’ın Topkapı Sarayı Arşivi’nde muhafaza edilen emirlerinden bugüne kadar sadece birkaçı yayınlanmış ama tamamına ulaşılamamıştı.
"SOPAYI EKSİK ETMEYECEKSİN"
Türkiye’nin bugün önde gelen tarihçilerinden ve TV’den de program arkadaşım olan Prof. Dr. Erhan Afyoncu, saray arşivinde uzun seneler süren yorucu bir çalışmanın neticesinde Turhan Sultan’ın 164 adet mektubunu, daha doğrusu devlet adamlarına gönderdiği yazılı emirleri buldu. Bazı mektuplar ile ilgili olarak geçmişte yapılan hatâları düzeltti ve belgelerin tamamını geçtiğimiz günlerde kitap halinde yayınladı.
Prof. Afyoncu’nun bulduğu belgeler, Osmanlı Tarihi’ndeki asıl “demir leydi”nin Hürrem yahut Kösem Sultanlar değil, Hatice Turhan Sultan olduğunu gösteriyor. Yayınlanan belgelerin ortaya çıkarttığı ve bugüne kadar bilinmeyen başka bilgiler de var: Çanakkale’deki istihkâmların güçlendirilmesinden askerin maaşının zamanında ödenmesine, yeniçerilen muhtemel başkaldırılarının önüne geçilmesinden ekmek fiyatlarının sabit kalmasına kadar devletin hemen her işi ile bizzat alâkadar olan Hatice Turhan Sultan, 17. asırda nerede ise çökmek üzere olan Osmanlı İmparatorluğu’nu aldığı tedbirler sayesinde tekrar ayağa kalkmasını sağlamış.
Talimatlarında “Bazılarının tepesinden sopayı eksik etmeyeceksin...” ifadesini sıkça kullanan Hatice Turhan Sultan’ın birkaç emrini ve emirlerin elyazısı ile olan orijinal görüntülerini bu sayfadaki kutuda bulabilir, hayattan 1683’te ayrılıp inşaatının tamamlanmasını sağladığı Yeni Cami’deki türbeye defnedilen Valide Sultan’ın diğer mektuplarını da Prof. Afyoncu’nun kitabından okuyabilirsiniz...

"VAZİFELERİNİZİ DÜZGÜN YAPMAZSANIZ PADİŞAHIN EMEĞİ SİZLERE HARAM OLSUN!"
Aşağıda, Prof. Dr. Erhan Afyoncu’nun Topkapı Sarayı Arşivi’nde bulup yayınladığı ve Turhan Sultan’ın elyazısı ile olan emirlerinden bazıları, dilleri günümüzün Türkçesi’ne nakledilmiş şekilde yeralıyor...
Turhan Sultan’ın Sadrazam Gürcü Mehmed Paşa’ya emri:
“Paşa’ya selâmdan sonra bildirilir ki: Saadetli arslan oğluma ‘Donanmayı bu hafta Perşembe günü çıkartırız’ demişsin. Şimdi şöyle çalışasın ki sözün doğru çıksın, zira padişahların huzurunda gerçek olmayan sözler söylemek hatadır. Ziyadesiyle dikkat edip sözünüzü doğru çıkarmalısın. Perşembe günü işin bitmesi için çalışın. Nice düşmanların gözü kör olsun. Ve hem ‘Zâhiren bizim düşmânımız var, efendimize bizi yanlış anlatırlar’ diye buyurmuşsun. Gerçi düşmansız kimse olmaz. Lâkin siz doğrulukla hizmet edip din ve devleti kayırdıktan sonra, hâşâ, Hakk Teâlâ kuluna zulmetmez. Hemen siz cân u gönülden çalışın. Göreyim sizi, sözünüz padişahın huzurunda yalan çıkmasın. Donanmanın perşembe günü çıkmasına çalışın ve bizi de doğru neticeden haberdar edin. Valide Sultan” (Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, E. 2457-32).
Turhan Sultan’ın Sadrazam İpşir Mustafa Paşa’ya yazdığı emir:
“...Ne istiyorlar? Muradları nedir? Elbette bunları bir tahrik eden vardır, zaten bir-iki kişiden biz işkilleniyoruz. Tamamen bir fesat başı olan azledilmiş defterdar ‘Ben Valide Sultan’a sekiz yüz kese vereyim, o da sadrazamlık mührünü bana versin’ diye ona-buna gidip konuşuyormuş. Allah saklasın, bana ne para lâzımdır, ne de sadrazamlık mührünü satarım. Bu nasıl sözdür? Mühür parayla verilmez, kim din ile devleti kayırıp güzel ve doğru hizmet ederse ona verilir. Allah bilir ki, bunları işittim ve ziyadesi ile elem çekip gazaba geldim. Bu cevaplardan senin haberin var mı? Bilmiş olasın! Defterdarı arayıp bulup getirttiniz mi? Elbette ilgilenip hesaplarını görüp şeriata havale edeceksiniz. Böyle fesat başlarının kalmalarının lüzumu yoktur, zira el altından tahrik ederler. ....Valide Sultan” (Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, E. 2547-31).
Turhan Sultan, 1652 yılında Girit’e gidecek donanmanın İstanbul’dan ayrılma tarihinin yaklaşmasına rağmen hazırlıkların bir türlü tamamlanmaması üzerine Sadrazam Gürcü Mehmed Paşa’ya “Beni aldatıyorsun” diyordu:
“Paşa’ya selâmdan sonra bildirilir ki: Donanma ile niçin ilgilenmiyorsun? Huzurumuza gelüp ‘Herşey hazır ve mükemmeldir’ diye hep aldatıyorsun. Adam gönderip kontrol ettiriyorum, ortada bir nesne yok. Siz ‘1200 kürekçi lâzımdır” diyorsunuz, yoklatıyorum, üç binden fazla kürekçi yok. Artık yeter, para veriyoruz! Cephane için para istiyorsunuz, veriyoruz, bitmiş olması lâzımdı. Bu âna kadar tamamının bitmesi gerekirdi. Hep huzurumuzda lâf edip gidiyorsun, bu işin aslı nedir? Vallahi ‘Bildim, bilmedim’ demeyesin. On-on beş gün içinde donanmayı kusursuz şekilde ortaya çıkartmazsan artık kendin bilirsin. Dini ve devleti kayırmak böyle mi olur? Ümmet-i Muhammed’in hizmeti böyle mi olur? Eğer doğrulukla hizmet etmezseniz pâdişâhın ekmeği size haram, cümle ümmet-i Muhammed’in günâhı ve vebâli de boynunuza olsun. Eski emektarsınız diye sizlere inandık ama ne güzel hizmet idüp yüzünüzü ağartırmışsınız! Size düşen bize bunları söyletmemek, işleri her gün gözden geçirtmemek idi. Şimdi bildiriyoruz ki gözünüzü açıp mukayyet olun! Tershane’ye niçün boş yere gidip oturup bakınıyorsun? İyi hizmet et, ziyadesiyle dikkatli ve mukayyet ol, sonra kendin bilirsin. Size düşen Kaptan Paşa’ya tenbih edip ‘Ne lâzım ise bildir, vereyim’ demek ve parayı vermektir. Siz kusur etmediğiniz takdirde suç kaptanındır ama siz böyle yapmıyorsunuz. Valide Sultan” (Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, E. 7001-29).
Turhan Sultan’ın Sadrazam Gürcü Mehmed Paşa’ya gönderdiği bir başka emir:
“Paşa’ya selâmdan sonra: Askerin maaşı meselesi ile ilgileniyor musun? Bu hafta içinde ödeyebilecek misiniz? Ziyâdesiyle ilgilenip bize lâf getirmeyin. Maaşların ödenmesinin gecikmesi hâlinde size de, bize de zarar geleceğini bilirsiniz. Allah’ı severseniz gayret gösterin, ödemeler bu haftadan sonraya uzamasın. Başımızı önce Allah’a, daha sonra da size dayadık ve size inandık. Şimdi ziyâdesiyle gözünüzü açıp her şekilde hizmete devam edesin. Geciktirilecek zaman değildir. Bu düşünce yüzünden geceleri uykunun bize haram olduğu Allah’ın mâlûmudur. İçeride bize, dışarıda da size ümmet-i Muhammed’i korumak, din ile devleti izleyip gözetmek düşer. Herkesin ve önde gelen din adamları ile sizin göreviniz ağız birliği etmek, her şekilde etrafı kollamak, zulmedenleri arayıp izlemek, bunları uyarmak, cezalandırmak ve düzeni korumaktır. Etraftan ‘Ödenmeyen maaşlar çoktur, para da yetişmiyor’ diye sözler işitiyoruz. Bunun gereğini yerine getirin. ... ‘Halka zulmedildiğini duyarsam siz bilirsiniz’ diye tenbih edin ve Allah’ı severseniz bu hususlarda dikkatli davanın. Donanmaya da özen gösterin, Kaptan Paşa’ya işlerin yapılma zamanının geldiğini söyleyin. Bizi fazla konuşturmadan hayır duamızı almanızı istiyoruz, göreyim sizi. Valide Sultan” (Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, E. 2457-34).

Alıntı Kaynağı: Murat Bardakçı, Habertürk, aslına bağlantı

Ben Senin Cemaziyelevvelini Bilirim

İskender Pala, İki Dirhem Bir Çekirdek'te bu sözün Osmanlı zamanından kalma hikayesini şöyle anlatır:

Eskiden resmi dairelerde ve şer'iye mahkemelerinde şimdiki gibi bir dosyalama ve kayıt sistemi yoktu. her ayın evrakı bir torbaya konur, bu torbaların üzerine, ait oldukları ayların isimleri kırmızı mürekkeple yazılır ve duvardaki çivilere sırası ile asılırdı.

sene sonunda 12 tane oldu mu, evrak mahzenine kaldırılırdı...

işte böyle bir evvel zaman resmi dairesinde, katiplerden birisi, eski yıllara ait torbalardan bir kaç tane alarak evine götürmüş ve kendisine don fanila yaptırmış.

ancak, torbaların üzerindeki kırmızı yazılar, yıkamakla çıkacak cinsten değilmiş.

bir gün hamama giden katip, orada daire arkadaşlarından birisi ile karşılaşmış. soyunma odasında elbiselerini çıkarırken arkadaşı, bizim katibin iç donunun tam arkasına gelen yerde, kırmızı mürekkeple yazılı "cemaziyel-evvel" yazısını görünce işi anlamış fakat çaktırmamış.

aradan yıllar geçmiş, bu katip yükselmiş müdür olmuş ve eski kalem arkadaşlarına tepeden bakmaya başlamış. hamamda rastladığı arkadaşı da onun yanında çalışıyormuş...

bir gün aralarında bir tartışma çıkmış ve haksız yere arkadaşının gururu ile oynamış. artık sabrı kalmayan arkadaşı:

"haydi canım sen de, kime caka satıyorsun?... ben senin cemaziyel-evvelini bilirim...!" demiş...




Yukarıda bir adet temsili padişah donu görüyorsunuz. Aşağıdakinin konuyla alakası olmayıp paçaları işlemeli bir gelin donudur. Saygılar...



9 Aralık 2015 Çarşamba

Hâfız'ın En Güzel Beyitlerinden Biri

Yûsuf-i gomgeşte baz ayed be Ken’ân, gam mehor
Kulbe-i ehzân şeved rûzî gulistân, gam mehor
 
 
  Hafız'ın 1585 'te yazdığı divandan bir sayfa.



Pardus ve Nezle Güncesi

Epeydir yazmadım, epeyce de yazacak şey birikti zihnimde... Herşeyden evvel adamakıllı ilk iş deneyimimi edindim. Evet! Hayatımda ilk defa maaş aldım, kendi maaşımı harcadım. Bilmeyen, merak eden varsa söyleyeyim; çok tatlı bir his, ama harcarken inceden bir cızırtı geliyor insanın içinden, nedense...

İşyeri ve orada yaşananları başka bir yazıda uzun uzun yazarım. Şimdilik bir hafta kadar önce istifa etmiş bulunduğumu ekleyeyim yeter. An itibariyle TÖMER'de bir eğitime devam ediyorum. Bitince Yabancılara Türkçe öğretebilir olacam inşallah...

Pardus'tan uzun zamandır ses yok. Altyapı çalışmaları tam gaz devam ediyor, müthiş çalışmalar yapıyoruz; ama Pardus'un kendisinden 1 yıldır yeni sürüme dair ses soluk yok. Çeviri işini bir düzene oturtmalıyım. Kullanıcı arayüzünün en azından Pardus 2011 sürümündeki kalitesine ulaşmasını sağlamamız lazım. Sistemin kendi içinde tutarlı ve dengeli olduğundan emin olmalıyız. Yamalı bohçayı andıran yapıya bir son verip bütün paketlerin birbirinden haberinin olduğu, hem sistemsel hem de görsel olarak iyi tasarlanmış bir sisteme ihtiyacımız var. Çok fazla uzak kaldım şu ara, tekrar sahaya dönmeliyim.

Ayrıcana, yine nezle oldum. Lakin bu defa bir farkla; artık bir mikroskobum var! Peki ne fark etti? Hayatını bilime vakfetmiş her salağın amatör döneminde yapmayı hayal ettiği(böyle bi saçmalığı hayallerinde bulunduran tek angut ben de olabilirim, tam bilmiyorum. Onu sonra şeyaparız artık...) şeyi yaptım mı? Evet, yaptım! Sümüğümü mikroskopta inceledim. Artık huzur içinde ölebilirim. Alet analog mikroskop olduğu için görüntü alıp buraya ekleyemiyorum. Siz sevgili okurlarımı 1200 kat büyütülmüş sümüğümden şimdilik mahrum bırakıyorum, evet; ama sadece şimdilik. İlk fırsatta dijital bir mikroskop edinip sümüğümden tutun da "tutmasak olma mı" diyeceğiniz her türlü şeyimi sizinle buluşturacam İnşallah! Hop! İtişmeyin! Aa, ama ecele yok, ecele yok, hepiyiz görürsüz! Sabırsızlanmayın!