14 Aralık 2011 Çarşamba

235

Türkiye temel ihtiyaç ürünleri listesine göre ihtiyaç ürünleri sıralamasında kitap 235. sırada geliyor, kişi başı kitap harcaması: 70 kuruş. 235. 235... Bu rakamı unutmayın, bu rakamda kamyoncusundan akademisyenine istisnasız ahkam kesmeye bayılan bir milletin, böyle herkese her konuda verecek aklı nereden bulduğunun şifresi yatıyor. 235. 235... Bu ülkede artık okuma-yazma bilmeyen insanların oranı %13'ün altında. 70 kuruşa da pek kitap yok. Bunun anlamı bu ülkede okuma-yazma bilip de tek kitap okumamış genişçe bir zevatın olduğu... Kahvehanelerde oturan, okullarda ders anlatan, araçlarda şoförlük yapan, bir bankada vezne memuru, bir yerlerde mühendis, bir okulda öğrenci, bir kitapçıda tezgahtar... İçimizdeler, sensin, benim, kitap okumayan insanlar hep o kafandaki kirli sakallı tekinsiz insanlar değiller sadece. Başka türlü bak ta gör, her yerdeler! Ve bilmiyorlar. Bilselerdi, yapmazlardı...

13 Aralık 2011 Salı

Aynı Anda Olur Bunlar

ne kadar çok asfalt dökülse de yollara
bir kız düşer gene de mutlaka kötü yola

biri sevgilisini düşünür
hayatın anlamı gibi

genelevde bir adam genel bir kadına
tüm cevaplar biraz da kendisine çıkıyorken
"buraya nasıl düştün" diye sorar

meşhur ve yabancı isimli mağaza vitrinlerini
kapıcı kızları temizler geceleri

biri kirlenmesin diye namusu
karşı koyar canını verir gündüz
gece morg bekçisi sarhoş gelir
bir güzel düzer onu

"böyle gelmiş böyle gider" der biri
"takdiri ilahi"leyerek kafasıyla onaylar onu bir diğeri
fakat asıl denge ise hep başka birileri
birinin hayal gücü zengindir ama hiçtir
biri hayal kurmaya da adam tutar
doğuştan zengindir
trafiğe küfreder biri evinin penceresinden
biri durup durup bacaklarına bakar kadınların
"altı milyar dünyalının çöpü püsürü nereye toplaşır"
bunu düşünür başka biri

biri taksitinin son günüdür ona seğirtir
biri bir kavgayı ayırırken
arada pisi pisine ölür

biri zayıf alırken matematik dersinden
ay sonunu hesaplar zayıf veren biri de

biri boş vakitlerinde su sporları yapar
birinin dolu vakitlerinde bile evini su basar

televizyonda laleli'deki otel yangını
seyredilirken kahvede:
"yazık ulan şu romenlere nataşalara
daha taş gibi de kadınlarmış" der biri
"daha çok düzülürlermiş be yazık hakkaten"
der bir diğeri

biri bir türlü anlam veremez
bunca yıl bedavaya dünyanın
enayi gibi dönüp durmasına

birinin evine hırsız girer diğerinkine polis

biri çöpte ekmek ararken
çöpten heykel yapar bir diğeri

biri habire ev alır
biri habire nasihat

biri lokantada asgari ücret kadar
bahşiş bırakırken garsona
biri hapisten çıkar tam onsekiz yıl sonra
haberlere konu çıksın diye kendini yakar

"herkes benim gibi olsa cennet olur bütün dünya"
diye düşünür bir diğeri

biri köpeğini gezdirir biri bebeğini

eroin krizine girer biri çırpına çırpına ölür yolda

biri memlekete yalnızca yalnızca televizyonda üzülür

"yeter be memlekete üzüldüğüm
biraz da memleket bana üzülsün"
der bir diğeri

birinin dişi altın kaplamadır kalbi sunta

birinin doğumgünü olur şimdi
birinin nikahı birinin sünnet düğünü
biri ölüm döşeğindeyken
hamile kalır başka biri

biri akşamdan kalmadır
akşamın haberi olmasada o biri'nden

biri sevgilisine mektup döşenir
atatürk'ün gençliğe hitabesi gibi

televizyona dalar yemeği yakar başka biri

biri birine çarpar burnunu kanatır
iki insan değil de iki yumurta sanki

biri "hayat pahalı" der
günde yüz elli kişi ölürken

biri biri bile olamaz
tipten kaybeder o diğeri

"kaç ağaç vardır dünyada şimdi"
"nereye gidiyor kayan yıldızlar"
"nedir şimdi serçelerin gündemi"
uyuyamaz düşünür bunları başka biri

futbol politika.. muhabbet sardıkça sarar
çaylar kahveler içkiler tazelenir
cümleler lıkır lıkır sabaha uzar

biri sur dibinde at keser
biri beyaz atlı prens bekler
kedi etinden kokoreç yapar bir diğeri

"hayat çok güzel ve her şey mantıklı"
diye düşünür hep kazanan biri

"e peki ezilenler üzülenler uzaylı mı" diye sorar
tüm hayatı kaybetmek olan başka biri

fakirlik dünyada o kadar zengindir ki
açlık ingilizceden bile en birinci lisandır

biri valla doğru ya der her duyduğunda
biri ya küfreder ya da duymaz bile dediğini

adları değişik olsa da hep aynı gün yaşanır

biri hep geç kalıyorken erken gider hep başka biri
biri kaybediyorken kazanır hep bir diğeri

insan toprağa dönüşür - toprak çiçeğe
biri birine verir o çiçeği
sevişirler

hayat sürer gider böylece bildiği gibi

-Metin Üstündağ-
Görüşmeyeli Uzun Zaman Oldu'dan.

Bir Politik Etken Olarak Panpiş


Google'da tesadüf ettiğim bir görüntüyü sizinle paylaşmak istiyorum. Yemin ediyorum ben ayarlamadım oluşan bu görüntüyü, ama bayıldım bu işe... Amerikan Senatosu bir araya gelse twitter'ı terk etmeye ikna edemezdi adamı belki, ama işte "panpiş" kavramı bambaşka birşey...

11 Aralık 2011 Pazar

Hiç Bulaşmayacaktın...



Şu an araştırma ödevimi hazırlarken birebir aynı hissiyatı yaşıyorum. Teslim tarihi yarın olmasına rağmen de buralarda sürtüyorum lakin. Gidip çalışayım bari de, neyse işte...

1 Aralık 2011 Perşembe

10 Lirayla BİM'e Ortak Olan Adam

http://www.bim.com.tr/yatirimci-iliskileri/ortaklik-yapisi.html

Şu linkte göreceğiniz tablo bir şeffaf işletme örneği olduğu gibi, aynı zamanda bir şirkete ortak olmak, şirket sahibi olmak hallerinin öyle kafamızda büyüttüğümüz kadar büyük paralar gerektirmediğinin de belgesidir. Aslında şirket sahibi olmanın bir zorluğu yok yani, biz abartıyoruz. Abimiz on lirayla BİM'e ortak olmuş işte... Helal olsun Halil abi!


29 Kasım 2011 Salı

İnsanlar, Boşlar, Dolular ve Lingo Lingo Şişeler

Nasıl anlatmalı, nasıl giriş yapmalı bilemiyorum aslında ama bu da iyi-kötü bir giriş oldu. bu gördüğünüz tabloya ulaşmamı Yahoo!'dan bir mail hesabım olmasına borçluyum. Türkiye'nin havasından mıdır, suyundan mıdır bilmem, kendi memleketlerinde gayet ciddi haberler barındıran portalların Türkiye şubeleri böyle şeylerle uğraşıyor. Konuyu dağıtmak gibi olmasın ama, MSN web sitesini az kurcalarsanız ünlü kadınların 2007'de verdikleri frikik görüntülerinin hala flash haber tadında sıcak sıcak önünüze konduğunu, o arada ülkenizden uzaya fırlatılan uydulardan, TBMM'de tartışılan kararlardan, finansal değişikliklerden, sanat dünyasında henüz kıçını görmediğimiz fakat albümleri iyi olan ve iyi satan müzisyenlerden bahsedilmediğini farkedebilirsiniz, bence mümkün...

Gelelim konumuza, resimde gördüğünüz kıç ünlü bir tenis oyuncusuna ait. Fakat biz Türk medyasını takip ettiğimize göre "bize ne elalemin tenisçisinden!" diyebiliriz. Medyamız demiş mesela kendince, yoksa neden ayakkabısını bağlayan tenisçinin +18'lik şov yaptığı kanaatine varsın ki bu insanlar(bknz. şekil 1). Zaten Paparazzilere sarı basın kartı verebilen kaç tane ülke var ki gezegende? bir biz varız bir de şey... Neyse zaten bir Türk dünyaya bedeldir. Biz tek başımıza da küresel basın ahlakının annesiyle hasbıhal olabiliriz, Türk'ün gücünü dünyaya gösterebiliriz, di mi? Di mi lan, eşşoğlueşşekler sizi!

Fakat gaza gelmeden evvel nazarlarınızı şekil 2'ye çekmek istiyorum.

         "insanlar işte boşuda var dolusuda"

Evet evet, bir adet vatandaşımız gördüğü götten ibret almış. Gerçi aldığı ibret "de" eklerini ayrı yazacak kadar etkili olmamış ama insanlar konusunda bir fikir sahibi olmaya yetmiş. Ne diyeyim şimdi ki, Allah tamamına erdirsin. Bu hususta fazlaca yorum yapamayacağım, çünkü bilmiyorlar. Bilselerdi, yapmazlardı...

17 Kasım 2011 Perşembe

15 Kasım 2011 Salı

Sade Yaşa, Güzel Öl!

Bu gördüğünüz tablo, tarafımdan hazırlanmış olup, "Buddhist Zen Doctrine" denen inançlar-ilkeler bütününün bir özetidir. Kendi hayatıma uygulamaya çalıştığım gibi size de tavsiye ederim. Bunu sadece "ışığı bulunca kendinizi kaybetmeyin, efendi olun!" olarak algılamayın! Her zerresine ayrı bir anlam arayarak bakın, ona göre... Bakın ben bunları biliyorum, bana lazım değil bunlar, ben anlatır çıkarım. Bunlar size lazım...

Neyse işte, bu ilkeyi iyi bilmek lazım. Hayat partiler, oyunlar, barlar, gezmeler, eğlenmeler, süslenmelerden ibaret değil. Bu saydıklarım sadece hayatınızı kirletir. Biraz sade yaşamak lazım. Hayatı yaşanmaz bulan, hayattan nefret eden insanlarla saatlerce bilgisayar başında eğlence arayan, yahut o parti senin bu bar benim koşturan insanlar aynı insanlar olm keklenmeyin! Hayat berbat değil, sana verilmiş o hayatı sen kirletiyorsun!

Bu dünyaya daha fazla harcamak, daha fazlasına sahip olmak, daha fazla eğlenmek, en çok eğlenmek, daha fazla fotoğraf çekmek, daha fazla gezmek, o oyunda bir sonraki levela atlamak, bu yaz o bikiniye-hangi bikiniyse o bikini- mutlaka girmek, zengin olmak,daha da zengin olmak için gelmedik! Şunun garantisini verebilirim ki; gezegenin yarısı senin de olsa ölüyorsun, galaksinin yarısı senin de olsa kıçına pamuk tıkıyorlar. Hiç kimse kıçına pamuk yerine banknot tıktıracak kadar zengin olmadı, valla! Evrene de hükmetsen, Darth Vader da olsan o pamuk o kıça girecek!

İnsanlar dünyayı dolaşarak ya da daha fazla şey deneyerek hissettikleri boşluğu doldurabileceklerini sanıyorlar. Ama insan her bakımdan yaratılmış olan diğer varlıkların bir özeti, ve kendi içine bakmadan, kendini anlamadan dolaşmanın bir faydası yok!Sevmedikleri için sevilmiyor, sevilmedikleri için sevgisizlik çekiyorlar. Ve ne zaman kafalarının kaldırıp eksik bir şeyler olduğunu farketseler çoğu zaman yanlış şeylere tutunuyorlar. "Sevmek, Allah'a inanmak ve sade yaşamak" haricinde bir mutluluk yöntemi, reçetesi olmadığını bilmiyorlar. Bilmiyorlar. Bilselerdi, yapmazlardı...

5 Kasım 2011 Cumartesi

Some people feel the rain. Others just get wet.

  • “Today you are you, that is truer than true. There is nobody else who is you-er than you.”
    ~Dr. Seuss
  • “I’m not in this world to live up to your expectations and you’re not in this world to live up to mine.”
    ~Bruce Lee
  • When there are no enemies within, the enemies outside cannot hurt you”
    ~African Proverb
  • “Before Enlightenment – chop wood, carry water. After Enlightenment – chop wood, carry water.”
    ~ Zen Buddhist Proverb
  • “There are two ways to live; you can live as if nothing is a miracle; you can live as if everything is a miracle”
    ~Albert Einstein
  • “Some people feel the rain. Others just get wet.”
    ~Bob Marley
  • “A man should choose a friend who is better than himself. There are plenty of acquaintances in the world; but very few real friends”
    ~Chinese Proverb
  • “Be who you are and say what you feel because those who mind don’t matter and those who matter won’t mind.”
    ~Dr. Seuss
  • “If you can’t fly then run, if you can’t run then walk, if you can’t walk then crawl, but whatever you do you have to keep moving forward.”
    ~ Martin Luther King Jr.

Düşünce

Sizinle düşünce kelimesinin resmi anlamını paylaşmak istiyorum. Türk Dil Kurumundan aldığım e-postaya göre;
         düşünce isim 1. Uzay ve zamanın ötesinde, öznenin dışında, kendiliğinden var olan, duyularla değil, yalnızca ruhen algılanabilen asıl gerçeklik, mütalaa, fikir, ide, idea: "Anlaşmazlıklarda aracılığına, zor durumlarda düşüncesine başvurulur." -Tarık Buğra. 2. Dış dünyanın insan zihnine yansıması. 3. Niyet, tasarı. 4. mecaz Tasa, kaygı, sıkıntı: Sınıfta kalma düşüncesi uykumu kaçırdı. 5. felsefe İlke, yönetici sav.

1 Kasım 2011 Salı

Mezuniyetime gelme, istemem! Vol. I

Diyebilirim ki hayatımın büyük kısmı okulda geçti. Ki bu ifade bana hep ağır gelmiştir çünkü hepi topu 20 yıldır çok çok; ama beş yaşındayken görürdüm mesela "hayatımda böyle şey görmedim" diyen çocukları tuhaf gelirdi, "hayatımda dediğin zaman zarfı zaten beş sene ibibik" diyesim gelirdi hep... Neyse işte okul dışında nasıl yaşanır çok bilmem ben. Okul dışından da akraba çocukları hariç arkadaşım yoktur. Eğlence özürlü bile olabilirim hatta, neredeyse hiç arkadaşlarla bir yere gidip eğlenmek deneyimim yoktur, hevesim de yoktur. Niye anlatıyorum bunları? sabırlı olmak lazım, sabret biraz... neyse işte arkadaşlar beraber atari salonuna giderken evde oturup kitap okuyan biri vardı, o bendim işte. Ergenlik döneminin en hayvan yıllarında arkadaşları porno izlemek için bir evde toplanırken yahut genelev seferlerine katılırken evde kendi imkanlarıyla beyaz dizi okuyan biri vardı mesela, o da bendim. İnternet kafelerde, çok sonra PS cafelerde arkadaşları bilgisayar oyunlarının dibine vururken evde, ataride muslukçu Marionun prensese boru döşemek için çektiği eza ve cefaya ortak olan biri daha vardı, inanır mısın o da bendim. Sırf bu yüzden okuldan kaçmayı bile benden öğrenen bücürler bana inek demiştir bir dönem, eşşolusuları...

Fakat bu okulluluk durumunun diplomayla biten bir şey olduğuna inanmıyorum. Varsa bir mezuniyet, ölümdür arkadaş! herkes bir şekilde mezun olur, ölür. Kimi sınıfları çifter çifter okur, tadına vara vara, her şeyi deneye deneye yaşar da mezun olana kadar en doğrusunu yapıyorum sanır. Bedenin her istediğini yapmayı biz utanç sayardık, gördük ki gurur duyanı da varmış. Kimi de derslerini verir de alır diplomasını paşa paşa... ama mezun olana kadar bilemezsin ki kim hangi dereceyle mezun oldu. "Ölümden sonra bir şey yok, ölüm bir sondur" fikrindeki arkadaşlara çok pis el hareketleri hazırladım, Azrail'den hemen sonra, zebanilerden az evvel benim nahlarımı göreceksiniz arkadaşlar, bilginize. Ben orda kendimce kariyer yapmayı planlıyorum da, tez konusunu bulamadım aramızda kalsın. Başka bir deyişle, nasıl ki şair demiş;
           Gemliğe doğru
           denizi göreceksin,
           sakın şaşırma!
ben de diyorum ki;
           Araf'a doğru
           babayı göreceksin,
           sakın şaşırma!
                                     Öpaj!

1 Eylül 2011 Perşembe

'te O Ka' - Bayram Mesajı

Sözümona bayram geldi. Zafer bayramından söz etmiyorum, okullar kapalıyken resmi bayramların tadı çıkmıyor. Niyetsiz, amaçsız, gönülsüz ve sebepsiz kutlama yapmak lisede kaldı diyebilirim. Hiçbir 30 Ağustosu ömrümün bir zafer bayramı olarak geçmedi zira. Hiçbir kutlaması aziz devletimin, bana zafer kelimesini hatırlatamadı. Sağlık olsun...

Ama çok sakin be birader! yok yani, bir misafir akraba yok, misafire gidilecek akraba yok, balkondaki güvercin boklarını temizlemesek bayram temizliği bile yok! Aranıyor muyum? evet. Neyse...

Bir de şey var tabii; geride bıraktığımız ramazan polemiklerine ek olarak her sene yaşadığımız bir bayram klasiği: Bu mübareğin adı "Ramazan Bayramı" mı, "Şeker Bayramı" mı? Bir kere bu isimlerin ikisi de kanunen konmuş isimler. Yani bayramın adının ne olduğunu açıkça belirten bir kanun var. Anayasa değil ama bak! Normal, bir konuya özel yasa, kanun. Evet, anayasa haricinde yasalar da var hukuk sisteminde. Salatalık fiyatları için dahi anayasadan medet uman salatalık gibi politikacılarımız var, uymayın onlara...

Fakat kanuni isimlerde neden böyle bir ikilik var? derseniz, derim ki size; çünkü bu ülkede iktidarların asıl görevi sorunları çözmek değil, sorun teşkil etmeyen meselelere farklı isimler koyarak ülkedeki sorun noksanlığını gidermektir. İşte tam da bu yüzden, Teşkilatı Esasiye ve evvelinde adı "Ramazan Bayramı" iken değiştirilip "Şeker Bayramı" yapılmış. Böylece ülke içinde bulunduğu irtica tehlikesinden kurtulmuş, onun yerine "Diyabet" tehlikesi artmaya başlamış. Sonra başka politikacılar gelmiş, "ötekiler  dinsizdi zaten" demiş ve mümin politikacılar olarak Şeker Bayramını Ramazan Bayramı yapmış, halkı diyabet tehlikesinden kurtarmış, "Diyabet İşleri Başkanlığı"nı eskisi gibi "Diyanet İşleri Başkanlığı" yapmış, yani Sinei millete dönmüşler. Sonra devran dönmüş, öbür politikacılar iktidar olmuş. Hal böyle olunca bu döngü bir defa daha kısırına döngümüş, bir tur daha Şeker ve bir tur daha Ramazan olmuş. İki tur da olabilir, üçün beşin hesabını yapacak değilim şimdi...

Fakat işin ilginç tarafı, İslam dini vecibelerinden olan Ramazan orucunun bitiminde kutlanan bayramın İslami kaynaklarda adı "IydirRamezan" yani Ramazan Bayramı olarak da geçer, evet; ama ekseriyetle kullanılan isim: "Iydil Fıtr" yani Fıtır(iftar) Bayramıdır. Hani oruç bitiyor ve tıpkı iftar vakti gibi oluyor ya bayramda her yer, işte ona binaen verilmiş bir ad. Biraz edebiyat kokan sembolik ve hoş bir isim bence.

Her neyse, özetle Cumhuriyet tarihimiz boyunca politikacılarımızın kıymetli vakitlerini ve sayıca az olduklarından dolayı çok daha kıymetli olan nöronlarını heba ettikleri bir meselenin hava ile cıvadan ibaret olması üzücü haliyle.
-60 tane hükümet değişti, ne hizmetler yapıldı?
-Ramazan Bayramını Şeker Bayramı yaptık. Sonra geri Ramazan, daha sonra tekrar şeker, sonra bir daha Ra...
-anladım.

Can sıkıntısından aklıma bunlar geldi işte. Ha! Bir de her Ramazan ayında ortaya çıkan, yere bakan aziz insan Nihat Hatipoğlu ve onun gibi televizyondan halka seslenen, halkı bilinçlendirmeye çalışan İslami bilgileri yüksek adamlara sorulan "Timsah eti orucu bozar mı", "komşumun karısıyla yattım, zekat vermem gerekir mi" kabilinden sorular var. Ama şimdilik kalsın, burada bırakalım. Kızamıyorum da hiçbirine, çünkü bilmiyorlar. Bilselerdi, yapmazlardı...

7 Ağustos 2011 Pazar

Ölümü Düşünmek

tuhaf bir duygu. ama yapılması gerekli. yani bir okul dönüşü otobüsle giderken düşünüyorum da, şimdi şu otobüs bi kaza yapsa, ben de buracıkta ölsem nasıl olurdu? diye... ilginç olurdu aslında... yani on dakika önce içinden iyi veya kötü şeyler düşündüğün insanları, anlaşamadığın babanı, seni şımartmaktan zevk alan anneni, okuldan nefret ettiğin bi çocuğu, statükocu müdür yardımcısını, sevip de açılamadığın aşkını, hepsini ama hepsini başka bir dünyada bırakıp uzaklaşıyorsun. ve meraktan ölüyorsun, cenazene kimler gelecek, kimler ölümüne üzülecek, kimler sallamayacak, sen aşkından ölürken seni ben seni arkadaş olarak görüyorum diyerek reddedip arkadaş olarak gördüğü başka biriyle çıkan o kız sen üzerinde toprağın ağırlığını gittikçe daha fazla hissederken birazcık da olsa pişmanlık duymuş mudur acaba? ya da arkadaş olarak görmediği arkadaşından bozma sevgilisinin yaptığı ama kendisinin anlamadığı bir espriye sırf o söyledi diye gülüyor mudur? arkadaş olarak gördüğü bir arkadaşı çürümeye başlarken... 
ama dünyada oluşturacağı etkinin dışında gerçekten merak ediyorum; ne olacak halim? 
toprak değil miydi o geldiğimiz yer? o değil miydi yine bize en çok huzur veren? toprağa bakınca ölümü hatırlayıp ağlayan sen değil miydin ki? 

tanrıya dönmek istiyorum. o'nda kaybolmak istiyorum. insanlığımı unutmak istiyorum. ama önce insan kalıbımı çürütüp, ondan kurtulmalıyım. götüm yemiyor çünkü insan sıfatıyla tanrının karşısına çıkmaya. nasıl çıkarım ki? insan değil miydi tanrı olmaya kalkışan, o değil miydi o'nu reddeden, o değil miydi zaman zaman tüm insanlara, zaman zaman devlet büyükleri gibi belirli insanlara tapmayı meşrulaştırmaya çalışan, yine insan değil miydi milyonlarca "başka" insanı aynı anda öldürmek için yıllarca kafa yorup silahlar geliştiren, en kimyasalından, en biyolojiğinden, en çok öldüreninden... 
insan değil miydi on yıl önce elmas için, altın için sömürüp kanını emdiği afrika ülkesine on yıl sonra "bakın yardım gönderiyorum, seviyorum insanları, iyi adamım ben" demek için yardım adı altında tonlarca boş pet şişe gönderen... hayır ölümü düşünmekten zevk alıyorum artık... 

yazıyı bitirirken arka planda cem karaca'dan "hayat ne garip" çalıyordu. 
yalan olur bir gün yalan, 
yaşadığın aşkın, sevdan... 
yaradandır baki kalan, 
hayat ne garip oof hayat çok garip...

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Sömürge Afrika Ülkesinde İnsan Olmak

zordur. gerçekten zordur. çocukluktan erişkinliğe varamadan ölmek zorunda olmak zor olsa gerek... üstelik de ölüm sebebinin yalnızca bu bölgede doğmuş olmak olması daha da acı bir durumdur. yani şöyle bişey; 

-seni öldürüyoruz çünkü burda doğdun.... seni öldürüyoruz çünkü doğduğun topraklarda bizim değer verdiğimiz birşey var. şimdi sen anlamadın tabii, "neden öldürülüyorum lan ben" diye bi şaşkınlık var üzerinde. ama geçecek o şaşkınlık yakında... yani biz avrupalıyız sonuçta istediğimiz her boku yemeye hakkımız var biliyosun. 

-evet abi, dedilerdi... 

-haah, işte! bak biliyosun da... ben avrupalıyım ya senin doğduğun yerde böyle elmaslar, altınlar falan var işte kömür var mesela... 

-evet abi?

-hah, onlar bana lazım o yüzden de işte alıyorum ben onları...

-e bizi niye öldürüyosunuz abi, paylaşırdık biz sizinle. 

-hayır bak anlamıyosun. sen kimsin ki bizi ağırlıyosun? artı yani senin evine misafir olup umduğumu değil bulduğumu yiyeceğime seni öldürüp istediğimi rahat rahat alabiliyorum. 

-e abi bi yolunu bulurduk yani, en olmadı canın sağolsun diyip verirdik sana tüm kaynaklarımızı. yani böyle biraz şey oldu sanki ne biliym... 

-ya tamam sus be yeter! gelmiş şuncacık aklıyla bi de bana jest yapacak gerizekalı!senin kaynaklarını sömürmek için senin iznine mi kaldım lan ben! sen önce aç karnını doyur! 

yani sanki böyle bir diyalog var gibi geliyo bana. yani mümkün olamayacak bişey de değil gibi geliyo... eğer bir diyalog olsaydı bu şekilde gelişirdi muhtemelen. ama eğer tavırlara ve eylemlere bakarak verilmeye çalışılan mesajları anlamaya çalışacaksak, yine değişen birşey olmaz. tavırlardan ve eylemlerden de bu sonuç çıkıyor. 

ama en çok çocuklara yazıktır o ülkedeki... yani ergenliğe geçemeden ölüyorlar.erkekler, ilk traşlarını olamadan, ilk defa yüzlerini kesip bununla gurur duymadan,hey maşşallah, orman orman mübarek cümlesini kurmadan veya duymadan, kızlar, ilk regllerini yaşamadan, bunun her genç kızın başına gelebilecek bir olay olduğunu duymadan, bir kez bile kambur yürümeden, heyoo, artık memelerim var benim! sevincini yaşamadan öylece ölüp gidiyorlar bir hiç uğruna... 

her iki cins de, arpa boyu kavramını duymadan, bir arpa boyunun ne kadar olacağı üzerine tartışmalar yaşamadan ölüp gidiyorlar... 

daha bir kez bile sevgiliyle öpüşürken kalbin nasıl çıldırdığını görüp şaşırma imkanına varamadan ölüp gidiyorlar... 

çocuklar ölüyor orada... askerler değil, politikacılar değil, siviller değil, çocuklar ölüyor.... ne kadar günahsız yavru varsa onlar ölüyor... ne kadar pırıl pırıl saf potansiyel varsa geleceğe dair, ne kadar umut varsa o umutlar ölüyor... ve yazık oluyor... 

gelecek öldürülüyor geleceğin bile tapusuz sahipleri tarafından... ölmen benim işime geliyor, o halde ölmelisin düşüncesiyle harcanıyor gelecek... 


Onlara öfkeleniyorum, çünkü çocukları öldürüyorlar. Onlara öfkelenemiyorum, çünkü bilmiyorlar. Bilselerdi, yapmazlardı...