31 Aralık 2017 Pazar

Ateist Ülkeler Gelişmiş, Biz de Ateist Olalım!

Sosyal medyadaki grupların birinde bu öneriyi yapan birine onlarca kişinin de destek olduğunu görünce bir şeyler söylemek farz oldu.

Türkiye 300 küsur senedir neden işlerin yolunda gitmediğini anlamaya ve kendini (o güzel, narin beyinciğini) fazla yormadan, tek maddelik süper formüllerle sorunu çözmeye çalışıyor. Bu başlıkta önerilen de bu basit ve sığ çözümlerden biridir.

Me, me, me, me again...



Diğerlerine bakalım:

islamcılar; islamı gerçek manada uygulayabilirsek,

sosyalistler; sosyalizmi gerçek manada uygulayabilsek,

batı hayranları (başlığın dahil olduğu grup); batıyı iyice kopyalarsak,

ateistler; ateizmi benimsersek,

liberaller; liberalizmi tam manasıyla uygulayabilirsek,

nostaljikler (osmanlıcılar ve kemalistler); geçmişte belli bir noktaya geri dönersek,

öğretmenler; eğitimi;

hukukçular; adaleti düzeltirsek

uçacağımıza, alemin kralı olacağımıza, süper olacağımıza "inanırlar".

Bütün bunların ortak noktası ise sihirli değnek gibi tek yönlü çözümlere bel bağlarken gerçekleri gözardı etmeleridir.

Mesele sizin toplumsal kültürünüz ve bu kültürden beslenen, dönüp tekrar bu kültürü besleyen devlet anlayışınızdır. Türkiyede laikliğin el üstünde tutulduğu dönemleri de yaşadık, yerin dibine sokulduğu dönemleri de. Sorun ne kadar deist-ne kadar islami olduğunuz değildir. Sorun aklınıza gelen tek çözümün "herkes benim gibi olsa her şey çok güzel olur" dan ileri gidemeyen kısır fikriyatınız ve bu minvalde şekillenen politikalarınız, toplumsal adalet anlayışınızdır. Deistlerin gücü eline geçirince herkesi deist olmaya zorlayan politikaları kendinde hak görmesi, "bunu onların iyiliği için onlara zorluyorum" diyebilmesi ile islamcıların gücü eline geçirince herkesi islamı baz alarak yaşamaya zorlama hakkını kendinde görmesi, "bunu onların iyiliği için onlara zorluyorum" diyebilmesi arasında fark yoktur. Düşünce yöntemi aynı miktarda ötekileştirme ve saygısızlık içerir.

İran ve Suudi Arabistan birer islam ülkesi oldukları iddiasındadır. belki bir sürü sorunlarının ve hatalarının arasında kabul etmemiz gerekir ki; bu ülkelerde ırza tecavüz diye bir gündem maddesi yoktur. İsveç, nüfusunun büyük çoğunluğu ateist veya deist olan bir ülkedir. İsveç'te de ırza tecavüz diye bir gündem yoktur. Türkiye'de neden yıllardır ırza tecavüz diye bir rezilllik devam eder, çözümlenemez, neden vardır? Bu soruyu düşünelim birazcık. Bir sorun ne ateistte var ne müslümanda ama bizde var. Müslümanlara sorsan; imansızlık ve Allah'tan korkmazlıktan dolayı bu sorunlar var. Ateistlere sorsan islam kültüründe bu unsurlar var. bu cevapların ikisi de bir açıdan doğru, ama bir açıdan da hayasızca söylenmiş yalanlardır.

Türkiye'de bir sürü kanun vardır ki kitapta kuzu kuzu durur lakin uygulanmaz. Kanunlarını uygulamayan devlet devlet değildir. vatandaşını koruyamayan devlet devlet değildir. İşini parmağının ucuyla yapan insanların ülkesidir burası. Çalmanın, kaytarmanın, yalan söylemenin, kopya çekmenin, ucuzluğun, paçozluğun cezalandırılmadığı; aksine bir beceri olarak görüldüğü bir toplum bu.

Siyasetçiyi çaldığı için eleştiren üniversite hocası intihal yaparken utanmaz. Öğrencileri kopya çekerek sınıf geçer, sınıfta kalarak, yeterlilik sağlayamayarak mezun olamamış üniversite öğrencisi kaç tane duydunuz Allah aşkına? Fotokopiyle sınıf geçen öğrencinin yolsuzlukla ilgili eleştirisini kim ciddiye alsın? Torpil bulup da reddeden kaç kişiyi tanıyorsunuz? Dürüst insana saf derler bu ülkede, çakallık edenin suratına tükürülmez de "helal olsun, uyanıkmış, işini biliyor" derler.

Sorun bu toplumun daha az ateist veya daha çok müslüman olması değildir. Dürüst olalım biraz. Sorun hiçbir değer yargısı, ahlaki tutarlılık mecburiyeti olmayan bir çakallar sürüsü olmamızdır. Sorun müslümanım demesine rağmen loto oynayan babamdır, sorun hükümetin yolsuzluğuna sövüp karısını rüşvetle kadrolu işe sokan kuzenimdir, sorun dini vakıflardaki oğlancılığa sövüp karısını otellerde travestilerle aldatan, kendine laik, çağdaş diyen iş arkadaşımdır, sorun kızını okutmayıp karısına bayan doktor isteyen köylümdür, sorun burada erkeklere çemkirip trip atan, erasmusla yurtdışına gidince gecede üç kişiyle yatan sınıfımdaki kızdır (bkz. turkish girls on erasmus are easy), sorun "kızlı-erkekli bir evde kalmayın"diyen apartman yöneticisine "yobaz" diyip kız arkadaşıyla yatıp kalkmayı modernlik sayan ama evleneceği zaman bakire kız arayan sınıf arkadaşımdır, sorun oğlu sevgilisiyle nikahsız birlikte yaşarken itiraz etmeyip kızı bir oğlana baktı diye evde terlikle kovalayan teyzemdir, sorun arabası olmadığı için arkadaşımı reddeden yenge hanımdır, sorun piç erkek seven kızdır, sorun faizle çalışan yeşil sermayedir, kıblesi avrupa olan sözde milliyetçilerdir, sorun almanca öğrenme ihtiyacı duymayan almancılar ve türkçe öğrenme ihtiyacı duymayan suriyelilerdir, vs...

Sorun bizim ikiyüzlü ve ahlaksız, ahlakı başkalarını uyarmaya yarayan ama kendini düzenlemeye yaramayan bir toplum olmamızdır. İslamcıların sorunun kaynağı olarak inançsızları göstermeleri yahut ateistlerin sorunun kaynağı olarak islamı göstermeleri de yüzsüz bir suçu ötekine atma çabasından başka bir şey değildir. Bilmiyorlar. Bilselerdi, yapmazlardı...

11 Ekim 2017 Çarşamba

Ampüte Milliler ve Dekapite Spor Sektörü

Mehmet, Fatih, Muhammet, Ömer, Rahmi... O bayrakları para için selamlamıyorlar, onlar gerçek milliler...


iyi haber;

Ampüte millilerimiz Avrupa şampiyonu.


kötü haber;

Bu başarılar spor bütçesinin ayrılmadığı, sektörleşmiş spor uzmanlarının, şirketlerin, kodamanların ilgilenmediği alanlarda geliyor. Milyarlarca dolar bütçe akıtılan takımların ve en başta futbolun sahip olduğu cironun onda biri kadar bir bütçe bile ayrılmamıştır bunlara. Milyar dolarların uçuştuğu futboldan ve takımlardan yabancı oyuncu transfer haberleri ve yolsuzluk haberleri dışında ses yok. Eğer mesele spor değil; köpek dövüştürür gibi parayı bastırıp gösteriyi yapacak bir köpek bulmak ve dövüşü kazandıktan sonra iyi fiyata satıp kar etmekse; Türkiye Süper liginin mafyanın düzenlediği kafes dövüşünden ne farkı var ki?



Geçelim...


Başlıktaki ampüte; bildiğiniz gibi; "uzuvlarından biri kesilmiş" anlamına geliyor. Dekapite ise "başı kesilmiş" manasına geliyor. Türkiye'de spor sektöründen onca paranın döndüğünü görüp buna rağmen hiçbir değer üretilmediğine şahit olunca insanın aklına ister istemez "acaba bizim geri kalan spor adamları dekapite mi?" sorusu takılıyor.


Şimdi yukarıdaki resme tekrar bakın ve sahada 8 tane adını söyleyemediği yabancıdan milli başarı bekleyen Türkiye sporunu düşünün...

Komik bir Türkiye tablosu daha; internette "transfer haberleri" aramasına gelen sonuçlar!

Necip Türk matbuatından birbirinden yaratıcı transfer haberi illüstrasyonları

Hikmetinden sual olunmaz amma, Türkiye medyasının örf ve adetlerine göre bir transfer haberi transfer içermese de olur, futbolcu adı geçmeyebilir; lakin bütün bu teferruattan maada, bir transfer haberi alevli top görseli olmadan olmaz. Alevler içerisinde bir göktaşını andıran bir adet meşin yuvarlak transfer haberinin olmazsa olmazıdır. 

milyonlarca insan da bu memlekette bu sirk soytarılıklarını spor diye takip eder, ömür geçirir. Bilmiyorlar. Bilselerdi, yapmazlardı...

*Başlıktaki fotoğraf HaberTürk internet sitesinden alıntıdır.

22 Ağustos 2017 Salı

Napolyon Sülalesinden Renkli Simalar

Napolyon'un biyografisini okuduğumda tıfıl bir lise talebesiydim. ilk dikkatimi çeken şeylerden biri Napolyon'un ele geçirdiği yerlere ordusundan bir kumandanı veya yerel bir idareciyi değil kendi akrabalarını vali olarak atamasıydı. Kardeşlerini prens ilan edip Avrupa krallıklarının başına getirmiş, eniştesini Napoli kralı yapmıştı.


Fransız Mareşal Joachim Murat
Bu Napoli kralı enişte meselesi ince bir detay daha barındırır, yeri gelmişken söylemekte fayda var; Napolyon'un Napoli kralı olarak atadığı eniştesinin adı: Joachim Murat. İsmi ilginç bir biçimde tanıdık bulanlar Ebu Kir Muharebesi'ni (1799) araştırarak Napolyon'un Mısır seferi esnasında Osmanlı kumandanı Mustafa Paşanın iki parmağını kesip çenesinden vurulan, sonradan Fransız mareşali, Fransız prensi, Napolyon'un eniştesi de olan Napoli kralı hakkında daha derinlemesine bilgi edinebilirler. Belki aklıma eserse ben bile yazabilirim bir şeyler.

Meraklısına Joachim Murat hakkında İngilizce bir makale
Diğer bir başka öteki kaynak


Daha meraklısına Ebu Kir Muharebesi hakkında İngilizce bir makale
Alternatif Kaynaklar İyidir Bonusu


Geçelim...

Selam sana tavşan kardeş!

Lui Bonapart; Napolyon'un kardeşi. Kendi devrinden bugüne kadar bilinen nâmı: Tavşanlar Kralı Lui! Sebep? Ufak bir dil sürçmesi...

Bu kıymetlı kardeşimiz Lui Hollanda'yı 1806'da ele geçirdiğinde "Şu Felemenklere kendi dillerinde bir nutuk çekeyim de namım yürüsün!" demiş, vakıa hakikaten de, lakaptan anladığımız üzere, namı yürümüştür; yürümeyi bırak, nâmı zıplaya zıplaya olay mahallini terk etmiştir :)

Luiciğim konuşmasına "Ik ben jullie koning!" (Ben sizin kralınızım) diye başlamak istemiş. Lakin ufak bir dil sürçmesi neticesi "Ik ben jullie konijn!" (Ben sizin tavşanınızım) şeklindeki haykırışı ile meydanları inletmiştir. E, emir demiri keser! Koskoca kral "tavşanım uleyn!" diye ferman buyurunca halk da onu böyle kabul etmiş ve tarihe bu şekilde geçmiş.

Bazıları da bunun hata değil, orada hazır bulunan kadınlara mesaj vermek için bilinçli yapılmış bir dil sürçmesi olduğunu savunur, eh, tavşanların neyle şöhret yaptıkları malum! Bu da hiç olmayacak bir ihtimal değil bana kalırsa, şüphelenmek lazım...

İspanya'da kendisine "Pepe Botella" yani "Şişe Lui" derlermiş; sürekli sarhoş dolaşmasından hareketle olsa gerek :) Belki de tavşanlar kralı rezaletinden sonra kendini içkiye vermiştir, bilemiyorum.

Bütün bu sıkıntılar hep bilmemekten oluyor tabii, kendini bilmemek de dahil.

Bilmiyorlar. Bilselerdi, yapmazlardı...

18 Ağustos 2017 Cuma

Humayun Şeceryan - Ba Men Senema (Mevlana Celaleddin Rumi'nin sözleriyle Rock)



Mevlana Celaleddin Rumi'nin sözleriyle Rock müzik olur mu? Olmuş! 

Bu sesin bir benzeri daha yok, Türkiye'de 1:30'daki muğam'ı yapabilecek müzisyen de yok, Rumi'den güfte aparacak kalitede edebi birikim de yok zaten. Klipteki orijinalliğe de ayrıca bayıldım. Bizimkiler anca uptıslı müzik yapadursun hâlâ... Peh! Ne diyeyim; Bilmiyorlar. Bilselerdi, yapmazlardı...

5 Ağustos 2017 Cumartesi

'Nuke' Türkiye! - Altı Çizilmesi Gerekenler_1 (Üniversite Bağımsızlığı, YÖK ve Akademik Namus)

Son bir kaç gündür değerli Alev Alatlı'nın Or'da Kimse Var mı serisinin ikinci kitabı olan 'Nuke' Türkiye! adlı romanı okuyorum. Alev Alatlı'nın sağlam takipçilerinden olduğumdan beri tüm eserlerini toparladım ve kronolojik sırayla okumaya başladım. Alev Alatlı hocam Cumhurbaşkanlığı Kültür-Sanat Ödülünü Edebiyat alanında aldığında okuru olduğum için kendimle değil, Alatlı'nın kıymetini anladıkları için Cumhurbaşkanlığıyla gurur duyduğumu hatırlıyorum. 



Akademik kariyer yapmak için yıllardır çırpınan ve Türkiye'deki akademisyenlerin üstün ahlaki niteliklerinden ötürü zorluklarla karşılaşan biri olarak bazı kısımları olduğu gibi paylaşmaya karar verdim. Birebir kendi izlenimlerimle örtüşen akademik hamakatın ve ahlaksızlığın çok açık ve net bir portresini okuyoruz aşağıdaki satırlarda. 

Bir ön bilgi olması maksadıyla açıklama: Prof. David Pavloviç Rus göçmeni bir Amerikan Yahudisidir ve karısı Diana ile birlikte bir araştırma projesi için bir yıllığına İstanbul'a gelmiştir. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesinde karşılaştığı öğrenci ve akademisyen tipleri kafasını karıştırmış ve moralini bozmuştur. Türkleri anlamaya çalışmak lanetine uğramıştır.




Diana Pavloviç katı Püriten annesine Amerikan toplumunun yaşadığı yozlaşmayı anlatmaya çalışıyor. Anlatıcının yorumu dikkate değer: Böylesi meseleleri dert edinmeleri tuzlarının kuru olduğundan, daha da açıkçası rahat battığından mıydı? Yoksa bunlar sahici meselelerdi de biz mi farkına varamıyorduk?

Kesinlik Doğu kafası için nefret edilecek bir şeydir. 

Türk'e uyacak rejim yoktur. 

Binlercesinden yalnızca biriyle tanışma: Prof. Dr. Emin Çertek






Gelelim öğrenci profiline...




"Daha çok üretim yapıyor görünmek için metrelik cetvellerini doksan santime indiren bir ülke düşünebiliyor musun?"


Günay Rodoplu'nun akademik hayatı ve çirkinlikler


"Bizzat profesörün kendisinin kopya çektiği üniversitede meslek ahlâkından söz edilebilir mi?"
Akademisyenlerden bahsederken hiç içimden gelmiyor ama, yine de not düşmüş olalım: Bilmiyorlar. Bilselerdi, yapmazlardı...

14 Temmuz 2017 Cuma

Aşıklara Şarktan bir Şarkı: Ene Baaşık el Bahr(Ben denize aşığım)

 







Necat el Sağira bacımız 2003 senesinde öyle bir şarkı yapmış ki,  ne desem boş; sakince yırtıp geçiyor.











Melodiyi tanıyanlarınız çıkacaktır, Sagopa Kajmer, "Uzak ve Yakın" şarkısında kullanmıştı. Ayrıca bu şarkıya dair bir alıntı yapmadan duramadım:

"Bu şarkıyı dinleyen herkes, beş dakikalığına da olsa aşkı tatmış demektir."  Ruhi Mücerret - Murat Menteş. Sf. 217


Sözlerin Türkçe Tercümesi:


Ben denize aşığım,
Senin gibi sevgilim, sevgi dolu,
Ve bazen senin gibi, çılgınca.
Bir göçebe, bir seyyah.
Bazen, senin gibi meçhul,
Bazen, senin gibi üzülmüş.
Kimi zaman sessizliğe bürünmüş.
Ben denize aşığım,
Ben gökyüzüne aşığım.
Senin gibi, affetmeyi bilen,
Mutluluk ve yıldızlarla çevrili.
Dost olduğu kadar yabancı.
Çünkü senin gibi, çok uzak,
Ve senin gibi, çok yakın.
Kimi zaman şarkı dolu gözlerle,
Ben gökyüzüne aşığım.
Ben yola aşığım,
Çünkü yolda tanıştık.
Mutluluğumuz ve ızdırabımız,
Dostlarımız ve gençliğimiz.
Hani gözyaşlarımız gülerdi ya.
Hani mumlar bize ağlardı ya.
Dostlarımızı yolda kaybettik.
Ben yola aşığım.
Ben denize aşığım,
Gökyüzüne aşığım,
Ve yola aşığım.
Çünkü bunlar hayattır.
Ve sen ey sevgilim,
Sen hayattaki her şeysin...  


Böyle şarkılar varken aşık olmayanlara ne diyebilirim ki;

Bilmiyorlar. Bilselerdi, yapmazlardı...