2 Eylül 2018 Pazar

Farz Eyleyelüm Dedük: Erdoğan Bilime ve Adalete Öncelik Verseydi


Aşağıda okuyacağınız varsayım internetin her köşesine bulaşmış bir takım argümanların sebebiyet verdiği bıkkınlığın eseri olup sevgili dostumuz Sıtkı'nın sıyrılma kararı alması neticesi klavyeye alınmış bir faraziyedir. Bir bakıma sosyal medya muhalefetine "Çok salak ve bencilsin" demenin uzun halidir. Öyle işte...

-Brunson pazarlığı yapacağına yüce Türk adaletini kendi haline bırakmak mesela. Böylece o papazın davası da politika bulaşmayan her dava gibi yıllarca sürecek, emekliliği gelince sonlanan mahkeme sonucu zaten son günlerinde olan papazın ajanlık yapacak hâli kalmadığından memleketine gidecektir. Adliyenin normal işleyişi başlı başına bir cezadır Türkiye'de.

-Bilime ve adalete önem veren bir yönetici olsaydı herhalde darbe teşebbüsünde bulunan insanlara madalya takacak, Fethullah Gülen'i geri istemeyecek, S-400leri almayacak, Suriye'de PYD'ye karşı çıkmayacaktı. Böylece TL devalüe olmayacak, dolar yükselmeyecek, küresel ticaret savaşları başlamayacak, ABD yönetimine evangelistler hakim olmayacak, Trump seçilmeyecek, gümrük vergileri üzerinden tek kutuplu dünya düzeninde inat etmeyecek, Türkiye kavganın ortasında kalmayacaktı. 1971'de harp okulları sınav soruları Fetö tarafından çalınmayacaktı, 40 yıl dev boyutlara ulaşmış bir örümcek ağı RTE belediye başkanı olduğu gün dağılacak, 2002'de karşısında pazarlık eden büyük bir güç olarak çıkmayacaktı herhalde.

-En önemlisi; Erdoğan bilime ve adalete önem verse; yüzyıllardır bilime verdiği önemle şöhret yapmış necip Türk milleti(dikkat, ironi çıkabilir!), tıpkı beyefendi bir fizikçi olan Erdal İnönü ve beyefendi bir makine mühendisi olan Necmettin Erbakan'a yaptıkları gibi (bu ikisi aynı zamanda Fetö benzeri yapılara bulaşmayan nadir liderlerdendir) Erdoğan'a büyük destek verecekti. Veya daha gerçekçi olursak, bilime adalete önem veren bir Erdoğan'ı bu millet seçim barajlarıyla süründürecekti. Konuştuğunda “ne dediği belli değil” diye dalga geçilecekti. Başka bir adla piyasaya çıkan bir şahsa oylar yağdırılacak ve "adam güzel bağırıyor" denecek(bunu bizzat duydum) belki hala Demirel'e oy veriliyor ve babalık bekleniyor olacaktı, belki başka birinden (bkz:herkese iki anahtar) vaatleri dinliyor olacaktık.

Çünkü;
demokrasilerde oyunuz kadar var olursunuz. Seçmenlerin yüzde 50'si memursa memurların hakları genişler. milyonlarca işçi varsa her politikacı işçi haklarından bahseder. Bilimle uğraşan insanların toplam nüfusu yüzde 10 bile etmiyorsa milyonlarca insanın anlayamadığı ve hatta karşı çıkacağı kadar sağduyulu liderlerin çıkmasını ve tepeden inmesini beklersiniz. Çünkü tepeden inmezlerse halk bu değişik insanları yine seçmeyecektir(zaten hiç seçmemiştir).

Nüfus köylü iken bir çiftlik sahibi tabii ki iktidar olacaktır. Askerlerin kurduğu bir bürokrat meclisi tabii ki gücü bürokrasiye verecektir.

Anketlerde bilim çıkmaya başladığı zaman bütün politikacılar bilimden bahsetmeye başlar. 


Netice olarak, birbirinin götünü dişleyen siyasetçiler bu kitleye müstahaktır. Hele ki Erdoğan, fazla bile zariftir. 

zira;

"ben tinerci gibi küfredeyim ama benim seçtiklerim tanzimat beyefendisi, hanımefendisi olsun" 

"ben fotomaç gazetesinin resimlerine bakayım ama o arada yobazlar bitsin, bilimde ilerleyelim"

"ben takım tutar gibi ideoloji savunayım ama yargı tarafsız olsun" 

"ben emniyet şeridinden basıp gideyim ama trafik kurallarına uyulsun"


beklentisi vatandaşlık hakkı değil, bencil ve ahmakça kurulmuş bir hayaldir, distopyadır. 
Bu hamakata devam edecekler; ve kendilerini aydın, bu yaptıklarını da muhaliflik zannetmeye devam edecek; son nefeslerine kadar da "Allah Allah! Niye planladığımız gibi olmadı ki acaba?" diye merak edecekler. Çünkü Bilmiyorlar. Bilselerdi, yapmazlardı...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder